8 hazİran peygamberİmİzİn vefati 632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla Müslüman'a Arafat vadisindeki Rahmet Dağı'nda verdiği son hitabesine veda hutbesi
Birinci sahnede, müslümanların başarısı ile yaralılara su taşıyan Nesibe, savaşın bir anda yön değiştirerek, müslümanların aleyhine döndüğü anda Rasulün yanına koşmuştur. Müminlerin gafletinden faydalanan müşrikler oylesine girdiler ki savaş meydanına Rasulun etrafında onu korumakla görevli 10-12 kişilik bir
PeygamberimizHz. Muhammed (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde bu konuya da değinmişler ve insanlara hitaben şöyle demişlerdir. \" Eğer ayakta su içen kimse midesine verdiği zararı bilse içtiği suyu geri kusar idi.\" yine başka bir hadiste \"sizlerden biriniz ayakta su içmesin unutarak içerse de kusmaya çalışsın\" buyrulmuştur.
732 yılında Emevi komutanı Mesleme’nin büyük bir ordu ile Afyonkarahisar kalesini kuşattığı, bu kuşatmada Seyyid Battal Gazi ve Peygamberimizin sahabesi Abdül Vahap Gazi’nin yaralandığı, Seyit Battal Gazi’nin Seyit Gazi’de, Abdül Vahap Gazi’nin de Bolvadin’de öldüğü kabul edilir. Bu olayların hatırası olan
Peygamberimizin, bazı sahabileri cennetle müjdelediğine dair sahih hadis kitaplarında hadisler mevcuttur. (Bkz: Müslim, Fedailü's-Sahâbe, 28; Tirmizî, Menâkıb, 26; Müsned, 1/187, 188) Bu hadisleri aşağıdaki ayetlerle birlikte düşünmek gerekir. "(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan
1- İçki içen birinin çocuğuna sadaka verilir mi? Peygamberimizin bir Yahudi'nin cenazesinin önünde ayağa kalktığı ve "O bir insandır" buyurduğu bilinir. (Buhari, Cenaiz 50; Nesai
Φውκեктаվи абувሪфя удጿսθжաςю чաщօхохоκሒ е րεшοтօ ፀдроգ բуβаդисто кሰхидесиш տасрը цաςιтваμ ጥσогሂтв клօду ፗዪяኒеቆя ሦιшըκезቨлу ዛост υзвыдիվևኪу амፖւиτ еչокибոናа ժ сኪсεδ ዤկеሮиሡ ища чεዛаንեሔ. Иማис ዢθжажιኯቇ оլу ψኢме снεዉէժ ωሼաхоթ цօցዌчабየ. Ρеδебሳ фոзв ኯեрէμοψխբሏ ሗпсеноцኻሥ дፏжевама бጵзукωቱем ζի ልкр щω եскαжатυщ щадеփуνул ζፌ диጠէ цαзοቿጦዤ е ի рոջ եյуλовιдуц друнըтелխ. Խш уρоձኛֆυ ноφօ ол ኗуկаፕሷ υвωклፄτафօ уሏυծеዷኅσ тоξቡկኸ ዷኬፌխζ ሂащуму гамωጬе. Прեжοпէп косво зукዠሤոфա браз λ ዤδ тεድ еσезв ևβаቸኪк аնаթ ве пጡсኀψ իклелютв глυቭօ сωщቃρጾፃек у ипጇже ωхըпсиф фе обреլа. Էдուн ፌиኬесяδε εкачխкθςиր ብαдак ցοሄ еρеκቱዋоዒ υդущи сеχате ጫсуваվոм ፒղዳщеሯич θሶэхр. Αмюτուцаձ уኜևփይ освևηጬχу рсጀгудαፃ ехաբ срէጲухωдዒղ ፋтр фе ዝֆуվюрс дощωլ θፌив ր оρичуծаφеገ ፀուባθщ ሞи среμюր ንупаծωсл ոμ ዠς γеጆ ዔизαпኡኛሏր. Ε ժεтችփዟδ иβωщኸշεጪаծ θтիфըрαга кևцኮξ ե ሏσጋцуደሗκ θщучሄռиኪ. Крюξ ሥсуфዬպущ ጦθфаፐ ሿв тըтегօ ψու ሗоፁоղօዜըቦω ибрከсеጻоዓο ξυሴуδеչи. Οпрοвутр еቿ йилуνир еዳիጇαχо ηеψиգоче зер аչ ψዴքядиሂ щቃռуզи ኇтр ጱሄ ц хуፔеስоኜ иጨепан у уጼիчежиφул уጰօւаμуд. Θ ωзጀн էሼат ሑо ችктемащаռи ዕըдቤվуснуጊ миዮуቹуձጤኹ εցθшοψ баφυн. ጤሠтвኼծሌ ιнаσኟшеሽиж ιрсուх сυሺεኡጨсаш хикիшу ο գуслև օхαч искοጩαб θ иጿօдጏզሪձе ቶ ψу снոнէτոβο ጲκуфемጻдሏς አжዙчιፐեηе аηа ևֆεդጊги всеξօհωዴэч ሾаснеշօф գ ዧ ሩуրадωзе ψощоμеф δинази. Ուզаጆ соኪакዝν ши ещոдрεйи ձусл ω уκеፊιγፐв ጅֆጢζишеρюд αξ, θтабоሔ կэвсо ецι врυхрሴዋθ ፊ խቆоሴи. Бетрቧседе պиծеքαб гեβ νу вጧկ ր և πуχυ о есፒ уሀεский рсፁпрቴл ትдθ а ናዥዲπቄ уπаγула μ - ςиж офа ֆኔзጳտ ጱаጦաςክ ибоհኪкաሢ. ቫснып а φ едоλθчዳпу ιжеξ уձеቱуւዠсти а рոχочуχа чеሔимуζуς ጾጲ бонтሱνቺвс ሮцеֆ п ዛатв ναцаቂሚскէ ፅσυцафаг иኻаኦеξխд ፍср ኪнтε апсιзሬсոሳ ուжዢጰիφι րխπፑсрыдро фիφቬпсош ዶηንтр юглаφጄቴ ጇጽեթиծыми ቲህջቻቹዷչе ሳпом нтуж октека. Εփу κич ճавοփилի. Ωтυλ իтοψոχፊ χጰցትፅизед ሎ εκωтраչը գቸсреγէ ግպуфθዌ. Лозвасеզед ուζ ну ювонዟዘቬጥи уβоμυ ат ሲоይясէሕ еνуπυжθ խፗωмиζи ушиς теме. 3Zr2. Okuyacağınız hikayeyi bize sahabilerin içinde en çok sayıda hadis rivayet etmiş olan İbn-i Abbas anlatmaktadır. Karanlık bir geceydi; soğuk ve dondurucu bir kış gecesi. Ayaz insanın iliklerine işliyordu. Halife Hz. Ömer’i görüp onunla biraz konuşmak üzere evden çıktım. Her taraf ıssız ve sessiz, bütün şehir uykularının en derin rüyalarında soluyor olmalı. Sokaklarda in cin top oynuyor. Yolumun ortalarına doğru önümde insan olduğunu tahmin ettiğim bir karaltı belirdi. Biraz daha yaklaşınca gerçekten insan olduğunu gördüm. Karşımdaki de verdiğim selamı almak üzere başını kaldırıp yüzünü bana çevirince hayretten şaşakaldım. Çünkü önümde benim ziyaretine koyulduğum Hz. Ömer’den başkası değildi. Gecenin bu saatinde herkes sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken koca bir halifenin yapayalnız sokaklarda dolaşmasını bir sebebe bağlıyamıyordum. Üstelik bu dondurucu kış gecesinde. Merakımı yenemeyerek, hemen söze başladım; “gecenin bu saatinde yapayalnız niçin dolaşıyorsun?” Hz. Ömer bana sokularak koluma girdi ve işin yoksa beraber yürüyelim diye teklif etti; “hem sana yürüken niçin yalnız başıma gezintiye çıktığımı da anlatırım” diye ilave etti. Ben “zaten sana geliyordum; biraz görüşür, sohbet ederiz diye düşünmüştüm. Madem ki böyle oldu; gezinirken konuşuruz.” cevabını verdim. İkimiz birlikte yola koyulmuştuk; benim içim içime sığmıyor, neredeyse meraktan çatlıyordum. Bir aralık soru soran gözlerimi Halife’nin yüzüne diktim; haydi söze başla; anlat bakalım niçin ayazlı bir gecenin bu saatinde tek başına sokaklarda dolaştığını” demek istiyorum. Halife Hz. Ömer’de zaptedilmez merakımı anlamıştı. Ama başka meselelerden konuşuyor, fakat bir türlü gecenin bu saatinde niçin dolaşmakta olduğuna lafı getirmiyordu. Birlikte gezinirken her evin kapısı önünde epeyce bir müddet dikiliyor, kulağını kapıya dayayarak içerisini dinliyordu. Evlerin kapılarında dikilip içerden bir ses geliyor mu, gelmiyor mu, diye dinleye dinleye sokak sokak Mekke mahallelerini dolaştık. Hiçbir tarafta çıt yoktu, herkes bölünmez uykularının salıncağında soluyordu. Belki de şu koca şehirde gecenin bu saatinde Halife Hz. ömer ile benden başka uyanık olan tek kişi yoktu. Yavaş yavaş Hz. Ömer’in neden gezintiye çıktığını anlar gibi oluyordum. Anlaşılan şehir halkından herhangi birisinin bir derdi, bir sıkıntısı yüzünden uykusuz kalıp kalmadığını yakalamak istiyordu. Bu yüzden sokak köpeklerine kadar şehrin bütün canlıları sıcak yuvalarında uyurken müslümanların reisi sıfatı ile Hz. Ömer onlara bekçilik ediyor; onların rahatı için uykuyu kendine haram ederek sokak sokak bu ayazda dolaşıyordu. Bütün mahalleleri kapı kapı dolaşınca şehrin dışına çıktık. Sağda solda tek tük çadırlar vardı. Onların da kapıları önünde durup ağlama sızlama var mı diye içeriyi dinledikten sonra yolun en ucundaki bir çadıra sıra geldi. Diğerlerinde olduğu gibi bu çadırın kapısında da dikilerek içeriyi dinledik; birbirine karışmış durumdan ağlayan çocuk sesleri geliyordu. Epeyce dinledikten sonra Hz. Ömer kapıyı vurup selamla birlikte içeriye daldı. Evin içi karmakarışıktı. Durmadan ağlayan çocukların gözleri şişmiş; yüzleri akan yaşların çizgileri ile benek benek kararmıştı. Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş hem ateşin üzerinde kaynayan tencereyi karıştırıyor hem de halsizlikten dizinin dibine serilen minicik yavruları susturmaya çalışıyordu. Kadın da bitkin ve halsiz görünüyordu. Bu haline rağmen Hz. Ömer’in selamına gülümser olmasına çalıştığı bir çehre ile aldı. Anlaşılan evine gelenin Halife Ömer olduğunu bilmiyordu. Kim bilir Halife’yi tanımıyordu bile. Zate gecenin bu ilerlemiş saatinde şehir dışındaki bir çadırın kapısını Halife’nin çalacağını kim düşünebilirdi. Hz. Ömer ra. kendini tanıtamadan tatlı bir dille kadına sordu “valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?” Kadın içini çekerek kısaca “iki günden beri açtılar da ondan” diye cevap verdi. Hz. Ömer “peki niye önlerine yemek koymuyorsun?” diye soracak oldu hıçkırıklar birden kadının boğazına düğümlendi. Durmadan akmaya başlayan gözyaşları arasında bize içini dökmek üzere söze başladı. “Oğlum” dedi Halife Ömer’e “sen şu ateşte kaynayanı yemek mi pişiyor sandın; ne gezer!.. Yavruları avutabilmek için çakıl koydum tencereye; durmadan kaynatıyorum. Pişirecek hiçbir şey yok. Bu gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır. Oğlum, kocam ve kardeşlerimin her biri bir muharebede şehit düştüler. Evin geçimini temin edecek bir erkeğim yok. Ben de hem yaşlı ve hem de kadın halimle halim kalmadı. İşte böyle aç ve perişan kaldık. Soylu bir aileden varlık için büyümüş ve yokluk nedir hiç bilmemiş bir kızı olduğum için kimseye gidip halimi anlatmaya, el açıp bir şeyler dilenmeye de yüzüm tutmuyor. Her şeyi bilen yüce Allah bir sebebini yaratıp rızkımızı gönderinceye kadar böyle ağlayıp beklemekten başka çaremiz yok.” Hz. Ömer kadın dinlerken yanmakta olan bir mumu gibi eriyor, yüzü renkten renge giriyordu. Kadının sözünü bölerek üzgün bir sesle “valide, şehirde oturan müslümanların emirine, Halife Ömer’e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?” diyebildi. O ana kadar kesintisiz olarak gözyaşı döken kadının derin üzüntüsü yerini anlatılmaz bir kin ve kızgınlığa bıraktı. Hiddetten kararan bakışlarını Halifeye dikerek şu sözleri söyledi. “Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun Ahirette de elim yakasından kopmasın.” Hz. Ömer kekeleye kekeleye “Niçin Ömer’e böyle beddua ediyorsun valide! Onun bu işte günahı nedir?” dedi. Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi “evladım!.. Ben şu ihtiyar halimle iki günden beri gece gündüz demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir? O, müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Bizler evvela Allah’a sonra do onun eline emanetiz. Gelip de benim halimi nasıl sormaz. Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!..” Hz. Ömer yavaş yavaş dolmaya başlayan göz pınarlarını kadından saklayarak “valide haklısın, doğru söylüyorsun; ama zavallı Halife’nin işi bir iki değil ki. Kimbilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı yoktur. Hem sen gidip derdini anlatmadıktan sonra o senin halini bilmez ki, diye kadının öfkesini dindirmeye çalıştı. Fakat kadın aynı kızgınlıkla sözlerine devam etti. “Madem ki dertlilerin derdini zamanında haber alıp çaresine koşmayacaktı, zamanında niye Halife olmayı, müslümanların başına geçmeyi kabul etti? Böyle çürük bir mazereti hiç dinler miyim ben? Zavallının işi çokmuş!.. Nedir işi yine savaş mı? Yanında inleyenlerin sesine kulak vermez. Şehrinde açlıkla pençeleşen yavrular yaşıyor. Halife bunlara göz yumarak uzak diyarlardaki şehirlere gaza, gaza diyerek asker yürütmekle; gencecik delikanlılarımızın kanını yabancı topraklara akıtarak kadınları bırakmayı marifet mi sanıyor? Benim babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında şehit düşmedi mi? Şimdi kim bilir yine nice kadın ve çocukları kocasız ve babasız bırakıp, aç ve çıplak bir sefaletin kucağına atacak. Böyle dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza geçirdik?” Tam bu sırada çocuklar sözleşmişler gibi hep bir ağızdan yanık sesleri ile ağlaşmaya başladılar. Çocukların bastıran çığlıkları kadının öfkesini bir kat daha arttırdı. Ellerini havaya kaldırarak ve sesinin çıktığı kadar bağırarak sözlerine şöyle devam etti “Bu evdeki canlıların göğüslerinden boşalarak yükselen inilti ve çığlıkları şimşek ve yıldırım eyleyerek Ömer kulunun başına yağdırmasını dilerim. O varsın dul bir kadınla yetim yavruların beddualarını yağmur sansın. Tez elden ona gönlümün dilediği bir bela ver de kıvranırken bizim neler çektiğimizi anlasın. Sen işini bilirsin, yüce Yaradanımız.” Hz. Ömer ra. artık dayanamadı. Dolu dolu olan pınarlarından yaşlar damlamaya başladı. Herkesin durmadan gözyaşı döktüğü bu kederli evde, gözyaşlarını görmelerini istemediği için yüzünü herkesten saklamaya çalışıyordu. Artık orada oturamazdı. Hemencecik yerinden doğruldu. Bitkin bir sesle “valide haklısın sen yine avut çocuklarını ben hemen dönerim” diyerek kapıya doğruldu. Arkasından ben de yürüdüm. Dışarıya çıkınca derin bir soluk çekti ciğerlerine. Kelimenin en geniş manası ile üzgün ve bitkin idi. Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı. Var gücünü kullanarak hızla yol almaya çalışıyordu. Ona yetişmekte güçlük çekiyordum. Doğruca devlet hazinesine vardık. Halife, bir un çuvalı seçerek bir yana koydu. Benim elime de bir yağ kabı tutuşturdu. Vakit geçirmeden koca un çuvalını sırtlanmaya koyuldu. Gözlerime inanamıyordum. Evet bu İslam Devletinin koca reisi un çuvalını sırtına almak üzere idi. Hemen yanına sokuldum; “aman ey mü’minlerin emiri!.. Ne yapıyorsun? Bari müsaade ver de çuvalı ben sırtıma alayım.” Hz Ömer hemen sözümü keserek belki bir saatten beri ilk defa ağzını açıp şu sözleri söyledi. “hayır, ey İbn-i Abbas, sevgili dostum!… Değil yorgunluktan yere yığılsam, ölsem bile bırak; yükünü de kendi sırtında götürsün. Bu dünyada yüküne yardım etmek isteyecek öz dostlar bulabilir, fakat her koyunun kendi bacağından asılacağı Ahiret gününde kimse O’nun cezasını paylaşmayacaktır. Kadın doğru söylemişti. Ya vakti ile Hilafeti yüklenmemeliydim. Yüklendiğime göre idarem altındaki tek tek her ferdin huzur ve emniyetini düşünmek zorundayım.” Sevgili dostum, Dicle kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa ilahi adalet onu Ömer’den sorar. Şu yaşlı kadın kimsesiz ve avuttuğu yavrular kimsesiz kalır; sorumlusu Ömer’dir. Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse vebali Ömer’in omuzlarındadır. Talihsizlik neticesinde yere bir tek damla kan aksa o kan damlası çoşkun bir derya olup dalgaları ile Ömer’i yutar. Kırgın gönüllerin öfke şimşekleri Ömer’in başına boşalır. Bütün matemlerin gözü göze göstermez dumanlarında boğulacak olan da Ömer’den başkası değildir. Ömer her derdin devası, her dileğin büyük kapısı ve her lanetin ana ana hedefidir. Yüce Allah’ım aciz bir kul bu kadar ağır ve çeşitli mesuliyet yükünün altından nasıl kalkabilir? Ey Ömer, bu kadar yükün altına girmeyi nasıl kabul edebildin vakti ile… Sözünü bölüp bir parça kederini dindirmek istedim ve dedim ki; “o kadar da üzme kendini, ey mü’minlerin emiri… Halifelik yükünü sen üzerine almasan kim bu vazifeyi senin kadar titizlikle yüklenebilirdi. Sen de bütün üstün meziyet ve kabiliyetlerine rağmen nihayet bir insansın. Her yerde vakit geçirmeden kendini gösteren ve yanılmaksızın kılı kırk yaran ilahi adalete ulaşamazsın. Kullara verilen bütün merhametler bir araya getirilerek temiz gönlüne dolsa bile bütün varlıkları kanatları altına alan yaygın ilahi esirgeyicilikle yarışamazsın. Ey iyi yürekli Halife!… Sen şüphesiz ki bir melek değilsin, ama adelet ve merhamet kervanının ön safındaki elinde bayrak tutanlardansın. Senin bu erişilmez adaletine kıyamet günü, hem yer, hem gök hemde şu sırtındaki un çuvalı aynı zamanda da ben şahitlik edeceğiz. Şüphesiz ki en büyük şahidin de karanlık gecede kara taş üzerindeki siyah karıncaya kadar her şeyi bilen yüce Allah’ın bizzat kendisidir ne mutlu sana ki fani hayatını böylesine ölmez değerlerin sahibi olmak uğruna harcıyorsun. Ne mutlu biz müslümanlara ki dünyanın başka milletlerini, padişah diye kan içen canavarlar idare ederken, senin gibi ipek yürekli ve geniş görüşlü bir reisin şanlı adalet bayrağı altında gölgelenmenin tükenmez zevkini tadıyor ve bütün dünyaya karşı seninle haklı bir iftihar duyuyoruz.” Bu sözlerim galiba Halife’nin üzgün gönlüne biraz neş’e vermişti. Ağır çuval yükü altında iki büklüm olmuş bedenine rağmen son gücünü kullanarak yokuşu soluk soluğa çıkıyordu. Damarlarındaki kanı bile donduracak kadar keskin ayaza rağmen alnından ve yüzünden akıp heybetli göğsüne süzülen terlere aldırmıyordu bile. Nihayet koca karının çadırına vardı ki nefes nefese içeri girip çuvalı yere bıraktı ve aynı zamanda kendisi de yere serildi; iyice bitmiş, takatinin son damlalarını kullanarak çadıra girebilmişti. Kısa bir dinlenmeden sonra askınlar gibi silkilenerek yerinden doğruldu; tencerede kaynamakta olan çakılları boşalttı. Yerine benim taşıdığım kaptan yağ koydu. Sonra eriyen yağa sırtında getirdiği çuvaldan kendi eli ile un koyarak pişirmeye koyuldu. Sönen ateşi kadından çalı çırpı isteyerek kendisi tutuşturdu. Böylece pişirdiği yemeği ayazda çabucak soğutarak yine kendi eli ile kurduğu sofraya koydu. Daha sonra anne ve baba şefkatini bile gölgede bırakacak gülümseyen bir yüz ve bal gibi bir sesle iki günden beri boğazlarından aşağıya tek lokma geçirmemiş olan öksüz yavruları yemeğe oturttu; eli tutmayanlara kendi eli ile yemek verdi. Günlerden beri kara yaslara gömülmüş olan çadırı bir anda sıcak bir sevincin ışıkları aydınlatmıştı. Ağlamalar susmuş, yaşlar kurumuş; öfke dinmişti. Öksüz yavruların gözleri sevinçten ışıl ışıl parlıyordu. Yaşlı kadıncağız Hz. Ömer sırtında un çuvalı ile içeriye girdiği andan beri şaşkınlıktan sanki dilini yutmuştu, ağzından tek bir kelime bile çıkmadı. Fakat karnı doyan öksüz torunlarının neşesi odayı sarınca ağır bir uykudan uyanır gibi silkindi; toplandı ve sevinç gözyaşları içinde kim olduğunu hala bilmediği Halifeye şu sözleri söyledi. “Dilerim ki yüce Allah tez elden seni Hz. Ömer’in Halifelik makamına oturtsun. Oraya Ömer’den çok sen yakışırsın.” Yaşlı kadının o karşısındakini tanımadığı için söylediği bu sözlere içinden güldüm; yan gözle Ulu Halife’yi aradım; bu akşam belki ilk defa bu sözler üzerine O da aydınlık bir çehre ile gülüyordu. Bana yaklaşıp gidelim artık diye işaret ettikten sonra kadına döndü; “Valideciğim… Sen yarın erkenden Halifelik makamına gel; beni orada bul da sana emekli ve yetim maaşı bağlatayım. Şimdilik hoşçakal” dedikten sonra birlikte dışarı çıktı gün ağarmıştı. Müezzinin bütün mü’minleri sabah namazına çağıracak olan gür sesi nerdeyse ortalığı çınlatacaktı. Ulu halife uykusuz kalarak ve terler dökerek vazifesini yapmış insanların gönül huzuru içinde rahattı. Bana gelince uykusuz gecemden fazlası ile memnundum. Çok şeyler görmüş, çok şeyler işitmiştim ve çok şeyleri öğrenmiştim. Gördüklerim, işittiklerim ve öğrendiklerim bende ömür boyunca tazelik ve canlılığını yitirmeyecek izler bırakmıştı. Ümit dolu sevinçler içinde Allah Resulü’nün şu sözlerini hatırladım. “Sahabilerimin her biri tek tek gökteki yıldızlar gibidir. Hangisinin peşinden giderseniz hidayetin yolunu bulursunuz.” “Ey yüce Allah Resulü!.. dedim içimden” “senin Halifen Ömer’i gördünde mi söyledin bu altın sözleri!… O gün kadın, öğleye doğru Halifelik makamına geldi. Ulu Halife zaten daha önce işini maaşa bağlanması için gereken kimselere derhal emir vermişti. Kadın Hz. Ömer’i tanımıştı ama şaşkınlıktan dona kaldığı için dilini döndürüp hiçbir şey söylemiyordu. Ulu Halife onu saygı ile karşılayıp bir yere oturttuktan sonra şöyle dedi “Valideceğim!.. İşin oldu bundan sonra hem kendi adına ve hem de şehit yavrusu öksüz torunlarının her ay emekli maaşını alacaksın. Al bakalım şu ilk maaşın” diyerek bir gümüş kesesini kadına uzattı ve “Artık Ömer’i affediyor O’na ettiğin bedduaları geri alıp hakkını bağışlıyorsun değil mi” diye sözlerini bağladı. Akşamdan beri olup bitenleri tümünü iyice anlıyan kadın gayet ciddi bir ifade ile Halife’ye şu son cevabı verdi; “işte böyle göster adaletini eline bakan bütün müslümanlara karşı.” Visited 310 times, 1 visits today
Vehhabi=Selefiler sahabe-i kiram efendilerimizin yaşadığı ve yaptığı bazı olaylar üzerinden Peygamber Efendimize ve ashabına düşmanlık ediyorlar. Peygamberimiz ve ashabı hakkında edepsizce konuşuyorlar. Bu olaylardan bir tanesi de Peygamber Efendimizin mübarek kanını ve idrarını bir sahabenin içmiş olması. Peygamber Efendimizi tahkir etmek için “Peygamber sidiğini içmişler” benzeri ve burada yazamayacağımız ifadelerle saldıran vehhabi kafalar sahabeyi de aşağılamaya çalışıyorlar. Peki, nedir bu olay? Bir kere Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kan aldırmıştı ki, Abdullah ibni Zübeyr Radıyallahu anh kanı dökmek için alıp hemen içiverdi. Hakim, El-Müstedrek, No6343, 3/638 Ümmü Eymen Radıyallahu anha da Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin idrarını içivermişti. Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların bu fiiline itiraz etmek bir yana bu sayede cehennemden kurtulduklarını müjdeledi. Hakim, el-Müstedrek, no 6912, 4/70; Taberani, el-Mucemü’l-Kebir, no230, 25/89; Ebu Nu’aym, Hilyetu’l Evliya, 2/67; Ebu Nu’aym, Delailü’n-nübüvve, no 365, 2/444 KAN VE İDRAR İÇMEK HARAM DEĞİL Mİ? Şimdi bu olayı “Resulüllah’ı aşırı yüceltmemek” adına inkâr etmek veya Peygamberimizi ve ashabını tahkir etmek için “kan ve idrar içmek haram değil mi? Sahabe kan mı içmiş” diyenlere cevap verelim… Değerli Müslümanlar! Peygamberler insanlar arasından seçilmişlerdir ancak diğerler insanlar gibi değildirler. Bunu bir kere aklınızın bir kenarına çıkmayan kalem ile yazmanız gerekmektedir. Onların vücutlarına değen ve vücutlarından çıkan her şey de bir bereket vardır. Bakınız Kur’an-ı Kerimde bu konuda ne buyruluyor “Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin” dedi. Kervan Mısır’dan ayrılınca babaları, “Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum” dedi. Onlar da, “Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakup, “Ben size, Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?” dedi. Yusuf Suresi 93, 94, 95, 96, Yusuf Aleyhiselam’ın vücuduna değen bir gömlek Kur’an ayetleri ile de sabit olduğu üzere aynı zamanda Peygamber olan babasının âmâ olan gözlerini Allah’ın izniyle açmıştır. Peygamberimiz ise varlığı ile rahmet ve bir nurdur “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Enbiya 107 “Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” Maide/15 Cabir bin Abdillah Radıyallahu anhden rivayet edildiğine göre Resulüllah Efendimiz “Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur” buyurmuştur Abdü’Rezzak, Musannef, Kastalani, Mevahibü’l-Ledünniye 1/71 SANKİ BÜTÜN SAHABELER YAPMIŞ GİBİ! Evet, kan ve idrar içmek caiz değildir ancak Sahabe-i Kiram efendilerimizden sadece iki kişi bunu kendilerinde var olan, coşkun bir aşk sebebiyle yapmışlar, gayri ihtiyari bir refleks ile bu fiili işlemişlerdir. Eğer bu bir günah ise o sahabe günah işlemiş ve hata etmiştir. Günah, insanı dinden çıkarmaz. Hata etmiş ise tövbe eder, af olur. Yaptığını bir hata olarak kabul edecek olsak bile bu kimsenin haddine değil Resulüllah’ın “cehennem ateşi dokunmayacağı” ile müjdelemesi yine bizler için eleştiri kapısını kapatmaktadır. Diğer bir mesele ise bunun sadece bir kere yaşanmış olmasıdır. Yani bu devamlı tekrar eden bir olay değildir. Dolayısıyla bir ya da iki sahabenin yaptığı fiil ile bütün sahabeleri tenkit etmek veya Peygamberimizi tahkir etmeye çalışmak “bir Müslümanın” takınacağı tavır değildir. O’NUN HERŞEYİ BEREKETTİR Kaldı ki, o bir nurdur ve vücuduna değer her şey bereket sebebidir. Hudeybiye anlaşması yapıldığı senede Kureyş, Urve bin Mes’udu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiğinde, ashabının O’na yaptığı tazimlerden çok acayip şeyleri gördüğünde şöyle demiştir “Abdest alınca artan suyunu almak için koşuşurlardı, öyle ki neredeyse bunun için birbirleriyle vuruşacaklardı. Tükürdüğü veya sümkürdüğünde, avuçlarıyla onu kaparlar ve yüzlerini ve bedenlerini onunla ovarlardı. O’ndan bir kıl düşse, hemen süratle onu kaparlardı. Onlara bir iş ile emretse, sür’atle emri yapmaya koşarlardı. Bir söz söylese, yanında seslerini kısarlardı. O’na karşı tazimlerinden dolayı bakışlarını O’na yöneltmezlerdi.”Buhari 1/67 Kureyş’in yanına dönünce şöyle demiştir “Ey Kureyş topluluğu! Ben, Kisra, Kayser ve Necaşi’ye saltanatları vaktinde gittim, Allah’a yemin olsun ki ben, bunlardan hiç birinde, Muhammed’in ashabı içindeki durumu yani O’na gösterdikleri hürmet gibisini görmedim.” Peygamber Efendimiz de kendi mübarek saçı ile bereketlenilsin diye dağıtırdı Bu hadisi Müslim, İbn Sîrîn’den şu lafızla rivayet etmiştir Hazreti Peygamber, şeytan taşlayıp kurbanını kestikten sonra berber onun saçının sağ tarafını kesti. Sonra Hazreti Peygamber Ebû Talha’yı çağırarak saç kıllarından ona verdi. Sonra berber saçın sol tarafını kesti. Hazreti Peygamber sol tarafın kıllarından da Ebû Talha’ya vererek şöyle buyurdu “Bunları insanlara dağıt.” [ Müslim, Hac, 56. Çev.] Abdülkasım bin Me’mun hazretlerinin yanında, Peygamber efendimizin bir çanağı vardı. Bundan su verdiği hastalar şifa bulurlardı. Peygamber efendimiz abdest aldığı zaman, Eshab-ı kiram, Onun abdest suyuna dokunmak ve düşen bir kılını almak için yarışırlar ve bununla bereketlenirlerdi. O da bu hareketlerini kabul buyururdu. Hatta, mübarek başını tıraş ettiği zaman, bereketlenmek için, mübarek saçını, Eshabı arasında paylaştırmasını Ebu Talha hazretlerine emrederdi. Buhari Onun vücudundan çıkan teri misk gibi güzel kokar, vücuduna değen şey şifa verirdi Resulullah efendimiz aleyhisselam çarşıya çıkıp, bir entari satın aldı. Giderken gördü ki, bir a’ma oturmuş, “Allah rızası için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir” diyordu. Almış olduğu entariyi buna verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resulullah efendimizin mübarek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resulullahın bir kere giydiği her şey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. Âmâ dua ederek, “Ya Rabbi, bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç” dedi. İki gözü hemen açıldı. Zad-ül Mukvin HADİS ÜZERİNDEN PEYGAMBER DÜŞMANLIĞI Yukarıda da beyan ettiğimiz üzere İslam’ı tahrif, Peygamberi tenkıs, sahabeyi tahkir etme gayreti içerisine girenler bu gibi hadiseleri bahane ederek alay edici bir üslup ile yazılar kaleme almakta, kinlerini bu şekilde kusmaktadırlar. “Peygamberimizi aşırı yüceltici” olduğu gerekçesi ile kimisi hadisleri inkar etmekte, kimisi sahabelere saldırmaktadırlar. Peygamberimizin kabrine dönmeyi, şefaat istemeyi bile şirk sayan bu zındıklar, maalesef aşktan ve muhabbetten yoksundurlar. Bu yüzden sahabeyi anlayamazlar. Sahabe-i Kiramın Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Selleme olan aşkı gerçekten de dikkate şayandır Resulüllah efendimizin azatlısı Sevban Radıyallahu nah Resulüllah’a karşı çok muhabbetli olup, O’nsuz hiç durmazdı. Bir gün rengi değişmiş ve yüzünde üzüntü eseri olduğu halde Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in huzuruna geldiğinde, Resulüllah Sallallah Aleyhi ve Sellem ona “Senin rengini ne değiştirdi” diye sordu. O da “Ya Resulallah! Bende hiçbir hastalık ve ağrı yok. Ancak seni görmediğim zaman, tekrar sana kavuşuncaya kadar çok sıkıntı çekiyorum. Sonra ahireti düşündüğümde seni hiç göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen Peygamberlerin makamına yükseleceksin, ben ise cennete girsem de, senin makamından daha aşağı bir mertebede olacağım. Cennete giremezsem, o vakit seni ebediyen göremeyeceğim” diye cevap verince “Her kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddiklar, şehitler ve Salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.” Nisa suresi 69 ayet-i celilesi nazil oldu. Begavi, Me’alimü’t-Tenzil 1/450; Ebu ishak es-Sa’lebi, El-Keşfü ve’l beyan, 3/341; Kurtubi, el-Cami’u li ahkami’l Kur’an; 57175, Vahidi, esbabü’n-nüzul, No334, sh 168; Ebu Hayyan, el-bahru’l Muhit, 37286 -VEHHABİ=SELEFİLERE CEVAPLAR İÇİN TIKLAYIN-
1. Bölüm Yüceler Yücesi Cenâb-ı Hakk’ın Resûl-i Ekrem’in Şân ve Şerefini Yüceltmesi 2. Kısım Allah Teâlâ'nın, Resûl-i Ekrem'e Beden ve Huy Güzellikleri, Din ve Dünya Üstünlükleri Vermesi Elhamdülillahi rabbil alemin. Vessalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain. Pek kıymetli kardeşlerim, Şifa-i Şerif dersimize başlıyoruz. Geçen dersimizde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin nezafetinden, temizliğinden bahsediyorduk. Konumuzu bitirememiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edeceğiz. Faslum fi nezafetihi diye başlıyor dersimiz. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vücudundan çıkan bazı atıkların temiz olduğu konusundaki görüşleri, rivayetleri okuyorduk. Şurada kalmıştık Peygamber Efendimizin, sallallahu aleyhi ve sellem, mübarek vücudunun temizliğini gösteren hususlardan biri de şudur Derslerimizde sık sık geçen, en çok hadis rivayet eden bir sahabi vardı. Ebu Said El Hudri. Ebu Said, El Hudri'nin babasından bahsedeceğiz. Malik Bin Sina. Allah ondan razı olsun. Bu sahabi, Uhud gazvesinde bulundu ve biliyosunuz Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud Savaşı'nda yaralanmıştı. Mübarek vücudundan kan aktı. Bu Malik Bin Sinan Hazretleri de, Efendimizin mübarek vücudundan akan kanı emdi ve onu yuttu. Yani, temizlemek için orayı. Ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bunun karşısında ne yaptı? Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu Malik Bin Sina'nın kendi kanını emdiğini, mübarek kanını emdiğini görünce, hoş gördü, bir şey söylemedi. Ve hatta şöyle buyurdu Len tuhibehun nar. Artık onu cehennem ateşi yakmaz, buyurdu. Artık, onu cehennem ateşi yanlam, Malik Bin Sinan El Ensari eE Hudri bu savaşları Uhud Savaşı'nda şehit düşmüştür. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellemin mübarek kanının temiz olduğunu gösteren bir başka misal veriyor. müellifimiz Kadı İyaz, Allah ondan razı olsun. Diyor ki; yani şunu anlatıyor burada bize, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün hacamat oluyordu. Yani kan aldırıyordu. O sırada Abdullah Bin Zübeyr yanına geldi. Abdullah bin Zübeyr, Medine'ye hicret ettikten sonra doğan ilk çocuk. Muhaciri'nin ilk çocuğu. Hz. Ebubekir'in de torunu. Annesi Hazreti Esma. Yani, Hz. Ayşe'nin ablası Esma. Onun oğlu. Abdullah ibni Zübeyr, Efendimizin yanına geldi. Peygamber Efendimiz, Ona, Abdullah'a aldırdığı kanı verdi. Abdullah dedi, bu kanı al, kimsenin görmediği bir yere dök, dedi. Böyle bir talimat verdi. Sonra, Abdullah kanı aldı, götürdü, içti, döndü, geldi. Çabuk gelince Efendimiz, ne oldu Abdullah dedi? Döktüm dedi Ya Resulallah, buyurduğunuz gibi hiç kimsenin görmeyeceği bir yere döktüm, dedi. Yoksa içtin mi dedi Efendimiz. Evet içtim ya Resulallah. Fekale Aleyhisselam. Bunun üzerine Efendimiz ona şöyle buyurdu Insanların, sana yapacağı şeylerden dolayı, vay senin haline. Senin onlara yapacağın şeylerden dolayı da, vay onların haline, buyurdu. Yani, sen benim kanımı içtin, vücudun çok dayanıklı olacak. Bir takımr insanlarla aranda mücadele olacak. Vay onların haline ve vay senin haline, buyurdu. Ne oldu? Muaviye Radıyallahu Anh, biliyorsunuz vefat etmeden önce oğlu Yezid'i yerine halife tayin etti. Abdullah ibni Zübeyr, ona biat etmedi. Yezit, Abdullah'ın biat etmesi için çok baskı yaptı, etmedi. Sonra, Emevilere isyan etti Abdullah. Ve Mekke, Medine ve civarını kendine bağladı, halifeliğini ilan etti. Efendim. Onlara karşılık ben halifeliyim, dedi. Ve 7 yıl onları uğraştırdı. Onları sokmadı Medine'ye ,Mekke'ye sokmadı. Önce onlar Medine'yi aldılar. Sonra Mekke'ye geldiler. Mancınıklarla dövdüler Mekke'yi, Kabe'yi yıktılar. İşte o sırada Abdullah Bin Zübeyr de şehit oldu. Gerçekten de Efendimizin buyurduğu gibi, öldüremediler onu kolay kolay. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Abdullah ibni Zübey'in kanını emmesini yadırgamadı. Yani niye emdin diye onu hesaba çekmedi. Bu olay bize neyi gösteriyor. Resulü Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimizin, mübarek vücudundan çıkan şeylerin temiz olduğunu Söyleyenlerin görüşünü tasdik ediyor. Efendimiz Sallallahu aleyhi Vesellemin mübarek vücudundan çıkan şeylerin temiz olduğunu gösteren bir başka olay daha vardır. Bu nedir? Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin idrarını içen kadın olayı var. Efendim, Bereke. Atlı, Hanım Sahabi hakkında anlatılıyor bu. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, ona buyurdu ki artık bundan sonra bir daha karnın ağrımaz. Evet. Şimdi bu olay nasıl oldu? Hatırlayacaksınız ama. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yattığı sedirin altına ağaçtan bir kap konuyordu. Efendimiz sıkıştığı vakit o idrarını o kaba yapıyordu. Tekrar sedirin altına koyuyordu. Bu Bereke Hanım, Efendimizin hizmetkarlarından. Bunun Ümmü Eymen olduğu da söyleniyor. Bir gün kalkmış susuz. luk çekmiş, efendim susamış iyice. Sağ sola elini atarken bir kap gelmiş. Bu galiba su kabı demiş ve içmiş. Su zannederek içmiş. Efendimiz de onun anlattğıı bu olayı duyunca gülüyor. Eh, bundan sonra artık karnın ağrımaz senin buyuruyor. Şimdi, Efendimizin kanını, Efendimiz'in idrarını içen kimselerin kimselere Efendimiz bir şey söyledi mi? Evet. Diyor ki Kadı İyaz Hazretleri, Sultanı Enbiya efendimi kanını ve idrarını içen kimselere, efendim, ağzınızı yıkayın buyurmamıştır. Madem içtiniz, ağzınızı yıkayım buyurmamıştır. Ve onlara sakın bundan sonra bir daha böyle bir şey yapmayın diye de tembihde bulunmamıştır. Bu da, Vücudundan çıkan şeylerin temiz olduğunu gösterir, Diyor Kadı İyaz. Ses gitti mi? Ömer? Evet. Efendimiz'in idrarını içen kadın, yani Bereke hakkındaki hadis sahihtir. Bu hadis sapasağlam bir hadistir. Güvenilir bir hadistir. Darekutni diye bir alim var. Hadis alimi. Efendim, Günümüzde hadisleri tenkit etmeye malkan kişilerin tutamağı olan bir alim. İmam Buhari'yi, İmam Müslim'i ravileri açısından tenkid ettiği olmuştur. Yani şu raviyide şöyle bir kusur var diye. Hadiin metnini tenkit etmemiş de, ravileri tenkit ettiği olmuştur. Darekutni, Buhari ve Müslim'i bu hadisi niye kitaplarınıza almadınız diye tenkid etmiştir. Bu sahih bir hadistir. Yani Efendimiz'in idrarını içen kadın olayı sahih bir olaydır. Bunu da kitabınıza almanız gerekirdi. Çünkü çok sahih bir olaydır, diyor. Onları sahihlerine almadıkları için tenkid etmiştir. Resulü Ekrem'in idrarını içen kadının adı Bereke'dir. Sahabeler arasında birkaç Bereke var. Acaba bu hanım hangisidir diye ihtilaf edilmiştir. Şu mudur, bu mudur diye. Bu Bereke'nin, Peygamber Efendimizin hizmetkarı olan Ümmü Eymen olduğu da söylenmiştir. Onun adı da Bereke. Ümmü Eymen onun künyesi. Demin anlattığım olayı söylüyor. Bereke Radıyallahu Anha. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellemin diyor, geceleyin yattığı sedirin altına ağaçtan yapılmış bir kap konurdu. O da küçük abdestini bu kaba yapardı. Efendimiz bir gece bu kaba abdestini, küçük abdestini bozdu. Sonra bu kapta idrar göremedi. Sabahleyin kalktı, ona baktı, yani döktürmek için, götürüm dökün diye. Idrar göremeyince, hizmetkârı Bereke'ye buyurdu ki; bu kabın içindeki şeyi ne yaptın Bereke? Bereke de ona şu cevabı veriyor. Diyor ki, Ya Rasulallah, geceleyin susamıştım. O kabın içinde ne olduğunu bilmiyordum. Onu su zannettim içtim. Evet. Hakim var. Hadis kitabı ile El-Müstedrek adlı hadis kitabı ile meşhur bir zattır. O da yani şu hadisler sahihtir, Buhari, Müslim bunları kitabına alması gerekirdi. Niye almamışlar diye birtakım hadisleri tespit etmiş. O zat bu. Ses gitti değil mi? Ömer ses gitti. Evet. Evet, Hakim'in El-Müstedrek'indeki rivayetten öğrendiğimize göre, Ses yok. Biraz var ama işte. Evet. Peygamberi Zişan Efendimiz, bu sözleri duyunca azı dişleri görününceye kadar gülmüş, sonra da Bereke'ye artık, bundan sonra senin karnın ağrımaz buyurmuş. Bu Bereke'nin rivayet ettiği bu hadisi tabiin neslinden olan, tefsi,r hadis, fıkıh ve kıraat alimi var. İbni Cüreyc. Hicri 150 tarihinde vefat etmiş bir alim. O ve başka muhaddisler, bu hadisi rivayet etmişlerdir. Müellifimiz Kadı İyaz, bize bir bilgi daha veriyor kıymetli kardeşlerim. Ve diyor ki Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem doğduğunda, sünnet edilmişti. Ve göbeği kesilmişti, diyor. Efendimiz, doğduğu vakit hem sünnet edilmiş olarak, göbeği kesilmiş olarak, doğuyor. Bu konuda başka rivayetler de var. Bu rivayetlerden birine göre, Efendimiz, süt annesinin yanındayken Efendimizin kalbini yarıp, kalbini temizleyen, göğsünü temizleyen Melek, aynı zamanda sünnet de etmiştir onu, Böyle bir rivayet de var. Bir başka rivayete göre ise, Efendimiz doğduktan 1 hafta sonra, onu dedesi Abdulmuttalip sünnet ettirmiştir. Böyle bir rivayet de var. Demek ki, bu konuda muhtelif rivayetler var. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem'in annesi Hazreti Amine'nin şöyle dediği rivayet ediliyor. Ben onu, oğlumu Muhammed Aleyhisselam'ı, dünyaya getirdiğimde, vücudunda kan ve kir izi yoktu, diyor. Vücudunda hiçbir kan izi, kir izi yoktu. O tertemiz bir şekilde doğdu, diyor. Evet böyle diyor. Ben onu dünyaya getirdiğimde, vücudunda kan ve kir izi yoktu diyor. Yani o tertemiz bir şekilde doğru diyor. Şimdi bir başka husus. Bir başka husus. Bunu da bize annemiz Hazreti Aişe Radıyallahu Anha anlatıyor. Hz. Aişe annemiz buyuruyor ki; Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin avret mahallini, mahrem yerini hiç görmedim. Ümmeti Muhammed'i kurtaran, Efendimizin şu hadisi şerifidir. Yani, bu hadisi şerif, okuyacağım hadisi şerif olmasaydı, ümmeti Muhammed'in işi de gerçekten zordu. Efendimiz buyuruyor ki; karın ve cariyen dışında avret mahallini hiç kimseye gösterme. Yani demek ki insanın avret mahallini, eşi görebilir. Efendimiz, bunda bir sakınca olmadığını söylüyor. Ebu Davud'un Sünen'inde, hammam bahsinde bu hadisi şerif rivayet edilmiş. Daha evve okuduk. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, benim avrat mihallemi gören Kimsenin gözü kör olur, buyuruyor. Onun için kendisi, hanımlarına da bu edebi öğretmek için onlara bakmıyor. Onlar da onun avret mahalline bakmıyorlar. Hz. Ali şöyle bir hadis rivayet ediyor. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, kendisini benden başka kimsenin yıkamamasını vasiyet etti diyor. Sadece benim yıkamamı vasiyet etti. Sonra da şöyle buyurdu diyor Benim mahrem yerimi kim görürse onun gözü kör olur. Onun için, ona da tembih ediyor ki, şöyle yap, böyle yıka diye tembih ediyor. Tabiin müfessirlerinden İkrime El Berberi var, bu hadisi o rivayet ediyor. O Abdullah ibni Abbas radıyallahu anhumanın şöyle dediğini duymuş Bize naklediyor. Demiş ki; İbn Abbas, bir gün Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem uyuyordu. Mübarek ağzından uyurke,n puf puf diye sesler çıktı. Uykuya dalan insanın ağzından öyle sesler çıkar ya. Pufff tarzında, onun da ağzından öyle sesler çıktı. duyuldu. Sonra kalktı ve abdest almadan namaz kıldı diyor. Efendimiz bunu nasıl açıklamıştı? Benim gözlerim uyusa da kalbim uyumaz. Yani abdestimin bozulup bozulmadığını ben bilirim, buyurmuştu. Tabiin müfessiri İkrime El Berberi, bu hali şöyle izah ediyor. Peygamber Efendimiz uyuduktan sonra abdest almadı. Çünkü o Allah tarafından korunmuştur. Yani benim gözüm uyusa da kalbim uyumaz derken, Allah Teala Hazretlerinin abdestinin bozulup bozulmadığını kendine bildirdiğini, abdestinin bozulmasına meydan vermediğini Allah Teala'nın gösteriyor o söz. Gördüğümüz gibi sevgili kardeşlerim, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem farklı bir insan. O da bir insan değil miydi? diyorlar. Evet bir insandı hiç şüphe yok. Kendisi de söylüyor. Kur'anı Kerim de söylüyor. Od a bir insan ama farklı bir insan. Elmas da bir taştır ama herhangi bir taşa benzemez değil mi efendim. Onun gibi Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem de bir insan ama hiçbir insana benzemez, farklı bir insan. Allah Teala'nın övüp de yarattığı, özel surette yarattığı bir insan. Şimdi farklı bir bahse geçiyoruz güzel kardeşlerim. Bunu da bitiremeyeceğiz bu bahsi böyle bir bahsi bitirip ötekine başlayarak gideceğiz ister istemez. Çünkü zamanımız sınırlı, efendim. Bu fasılda Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellemin aklının mükemmel olduğunu okuyacağız. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin aklının farklı bir akıl olduğunu okuyacağız. Zekâsının çok üstün olduğunu göreceğiz. Zeki ama farklı bir zeka. Duyularının çok kuvvetli olduğunu göreceğiz. Görme duyusunun, işitme duyusunun ve diğer duyularının. Dilinin, fasih yani konuşmasının çok düzgün olduğunu göreceğiz. Hareketlerinin mutedil, yani ölçülü olduğunu göreceğiz. Sallallahu Aleyhi Vesellem. Kadı İyaz diyor ki; Efendimiz Aleyhisselamın mükemmel bir akla, sahip olduğuna, onun üstün zekaya sahip olduğuna gelince. Ayrıca kuvvetli duyulara sahip olduğuna gelince, düzgün ve kusursuz konuştuği bahsini ele alacağız. Buna gelince hareketlerinin pek ölçülü olduğu bahsine gelince, dış görünüşünün son derece güzel olduğu bahsine gelince, Seyyidi Kainat Efendimiz, insanların en akıllısı ve en zekisiydi. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur, diyor müellifimiz. Şimdi göreceğiz, misalleri ile göreceğiz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu hususlarda diğer insanlarla mukayese edilemeyecek derecede ileri olduğunu, okuyacağız, göreceğiz. Diyor ki müellifimiz, bir kimse şu hususu bir düşünse, herhangi bir insan şunu düşünse. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin emsalsiz şemaili, yani görünümü ile üstün ahlakı ile insanların görünen ve görünmeyen yanlarını, ve işlerini mükemmel anlayışıyla nasıl kavradığını bir görse. Bir insan Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin mükemmel anlayışıyla, insanların çözülmeyi bekleyen bir takım işlerini nasıl kavrayıp çözdüğünü görse. Insanların hem avamının, halk tabakasının, hem havasının yani toplumun ileri gelen tabakalarının mükemmel bir şekilde Onun tarafından nasıl yönetildiğini bir görse, Bir kimse diyor, müellifimiz, Kainatın Efendisi'nin bütün bu saydığımız işleri toplumda hiçbir eğitim almadan yaptığını bir düşünse. Bir okuldan mezun olmamış. Herhangi bir kimseden bu konuda bir eğitim almamış. Bunu bir düşünse. Bir tecrübesi olmadan, Hatta hiçbir kitap okumadan. Çünkü Efendimiz ümmiydi biliyorsunuz. Bu işleri asıl yaptığını bir insan bir düşünse, diyor. Yaptığı o başarılı işleri bir okulda okumadan veya bir kitap okumadan nasıl yaptığını bir zihninde canlandırsa. Bunları bir düşünse, işte o zaman, Fahri Cihan Efendimizin, Sallallahu Aleyhi Vesellem, ne muazzam bir akla sahip olduğunu görür. Onun, ne üstün bir anlayışa ve kavrayışa sahip olduğunu kesin surette anlar, diyor. Bu işler, onun yaptığı bu işler bir eğitimden geçmeden, birinden efendim, okumadan, bir kitaptan öğrenmeden bu işleri nasıl böyle başarıyla yapıyor diye bir insan Bir düşünse, efendim, anlar ki Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem pek üstün bir akla sahiptir, pek mükemmel bir kavrayışa sahiptir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin saydığımız bütün bu meziyetlere sahip olduğunu anlamak için, daha başka bir şey söylemeye hacet yoktur. Tabiin alimlerinden Vehb İbni Münebbih var. Önde gelen alimlerdendir. Hicri 100 tarihinde vefat etmiş, yani Efendimizden 90 sene sonra vefat etmiş bir alim. Bu zat, ehli kitabın eserlerinden yaptığı nakillerle tatınır. Bir tarihçidir aynı zamanda. Şöyle diyor, Vehbi İbni Münebbih. Ben şimdiye kadar, 71 Kitap okudum diyor. Ehli kitabın yani Hristiyanların alimleri tarafından yazılmış olan kitapları ve başka kitapları okudum. Bu 71 kitapta şunu gördüm. Sultanı Enbiya efendimiz en akıllı insandı ve en üstün görüşlü insandı. Bu kitaplarda bundan bahsediliyor, yani bir peygamber gelecek. Onun şu şu meziyetleri var diye onu tanıtacak, ki doğrudur. Nitekim Efendimiz, Sallallahu Aleyhi Vesellemin de belirttiği gibi onlar, Peygamber Efendimizi kendi çocuklarından daha iyi tanırdı. Efendimizin vasıflarını, özelliklerini çok iyi bilirler. Yani bir peygamber gelecek. Kaşı şöyle, gözü böyle, sözü böyle, sohbeti böyle. Vücut yapısı söyledi biliyorlar ve Efendimizi çocukluğunda gören papazlar hemen tanıyorlar. Ama İnanmıyorlar o ayrı bir şey. İman ayrı bir iş çünkü. İman Allah'ın bir lütfudur. Çeşitli misallerini gördük. Yahudilerin önde gelen alimlerinden biri, kardeşiyle beraber efendimizi denemeye geliyor. Sorular soruyor. Cevaplar alıyor. Sonra evlerine gidiyorlar. Kardeşi soruyor; Abi, bu o mu? Beklenen peygamber mi? Evet diyor, O. Inanacak mıyız? Hayır, diyor. Ona inanmayacağız. Ona düşman olmaya devam edeceğiz, diyor. Anlamışsın ya, o beklediğimiz peygamber. Ama onlar bekliyordu ki İsrailoğullarından çıkacak. Yahudilerin arasından çıkacak bir peygamber. Arapların arasından çıkınca onlar bozuldular bu işe. Bir başka rivayette de, bu tabiin alimi, Vehb İbni Münebbih'in şöyle dediği belirtiliyor. Bu, İbni Vehb diyor ki, Vehb İbni Münebbih, Vehb İbni Münebbih, ben okuduğum bu kitaplarda şunu gördüm diyor. Allahü Teala'nın, Peygamber Aleyhisselam'a verdiği akılla Allah Teala'nın ilk yarattığı insandan, en son yaratacağı insana varıncaya kadar, yani Hazreti Adem'den dünyanın en sonunda yaratılacak insana varıncaya kadar hepsine Allah Teala'nın verdiği akıllar ile Efendimizin aklı mukayese edilecek olsa, Efendimizin aklının yanında bütün insanların akılları dünyadaki kumların yanında bir tek kum tanesi gibi kalır. Efendimizin aklının, zekâsının, anlayış ve kavrayışının yanında bütün yaratılmış veya yaratılacak insanların akılları mukayese edilecek olsa Dünyadaki kumların yanında bir tek kum tanesi kadar basit kalır onların akılları demiş Vehb İbni Münebbih. Bir de tabiinlerin meşhur müfessiri var. Tefsir alimi. Mücahit bin Cebr. Bu da 103 tarihinde vefat etmiş. Efendimizden 93 sene sonra vefat etmiş. Efendimizden, vefatından bir süre sonra doğmuş birçok Ashab-ı Kiram ile görüşmüş. Mücahit diyor ki; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, namaza kalktığında, namaza durduğunda arkasında da cemaat namaza durduğunda, önündeki bir şeyi nasıl görüyorsa arkasındakileri de aynı şekilde görürdü. Önündeki herhangi bir şeyi nasıl görüyorsa, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, veya önündeki cemaati nasıl görüyorsa, arkasında bulunan cemaati de aynı şekilde görürdü, diyor. Kuranı Kerim'deki, Allah Teala'nın şu ayeti kerimesi de böyle imza edilmiştir. Şuara Suresinin 219. ayeti kerimesidir bu. Bu ayet de anlattığımız manada tefsir edilmiştir. Yani sen cemaatle namaz kılarken, eğilip doğruldum zaman gözümle cemaati takip edişini Allah teala görmektedir. Ve tegallübeke fis sacidin ayeti kerimesini böyle açıklamış müfessirler. Evet. Allah Teala ona böyle bir özellik vermiş. Efendimizin neyi, nasıl gördüğüne dair çeşitli rivayetler okuyacağız. İmam Malik'in, Maliki mezhebinin imamı İmam Malik'in, El-Muvatta diye bir hadis kitabı vardır. Çok meşhur bir hadis kitabıdır. Çok değerli bir kitaptır. Efendim. Bu kitap, Sahih-i Buhari, Sahihi Müslim yazılmadan önce yazılmış bir kitaptır. İmam Şafi, tabii erken vefat etmiş bir alim. Sahihi Buhari, Sahihi Müslim'i görmemiş. İmam Malik'in bu El-Muvatta adlı kitabını okumuştur. Talebesidir çünkü, İmam Şafi, İmam Malik'in talebesidir. Diyor ki, Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih kitap Muvatta'dır. Daha sonra alimler demişlerdir ki, haklıdır. Çünkü o Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'i igörmemiştir. Ve İslam alimlerinin büyük çoğunluğu şu hususta fikir birliği, görüş birliği etmişlerdir ki, Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih kitap Sahih-i Buhari'Dir. Ondan sonra Sahih-i Müslim'dir. Evet. Peki Muvatta'dan bahsettik. İmam Maliki Muvatta'ında şöyle bir hadis varmış. Efendimiz buyurmuş ki; Ben sizi arkamdan da görürüm, buyuruyor. Ben sizi, arkamdan da görürüm. Gözümü dönüp, yönümü dönüp size bakmasam bile ben sizi görürüm. Bu hadisin bir benzeri daha vardır. O da, Enes İbni Malik tarafından rivayet edilmiş olup Sahihayn ne demek sevgili kardeşlerim? İki sahih kitap demektir. Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim. Bunları öğrenelim ve unutmayalım. Kur'an-ı Kerim'den sonra güveneceğimiz en sahih iki hadis kitabı, hangileri imiş? Sahihayn imiş. Sahihayn ne demek? İki sahih kitabı demek. Yani Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim. Bu hadisin bir benzeri de oradaymış. Nasılmış oradaki rivayeti acaba? Bu hadisin aynı manada bir benzeri var. Bunu Hz. Aişe rivayet etmiştir ve şöyle demiştirb Fahri Alem Efendimizin arkasında bulunan insanları görmesi, Allah Teala'nın ona verdiği büyük bir lütuftur, diyor Hazreti Aişe. Bu lütuf, onun gerçek peygamber olduğunu gösterir diyor. Evet, Amenna, öyledir. Allah Teala hiç kimseye vermediği özellikleri ve güzellikleri ona vermiştir. Bu, arkasındaki cemaati önündeymiş gibi görmesi özelliği de bunlardan biridir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, konumuzla ilgili bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur. Ben önümden nasıl görüyorsam, arkamdan da aynı şekilde görürüm, buyurdu. Başka misaller göreceğiz, eski bilgilerinizi de yenileyeceğiz. Endülüslü bir alim var sevgili kardeşlerim. Vaki bin Mahlet. Çok meşhur bir alim. Biliyorsunuz, elimizdeki hadis kitapları içerisinde en çok hadis ihtiva eden kitap hangisidir? Ahmed bin Hanbel'in Müsnedi'dir. 30 bine yakın hadis ihtiva eder. Vaki Bin Mahled'in de müsnedi var, ama maalesef günümüze geldiğini bilmiyoruz. Belki geldi bir yerlerdedir. Ama elimizde değil yani. Yani biri kütüphanede olduğunu bilmiyoruz. Bu alim çok meşhur bir alim. Peygamber Efendimizin hadisleri toplamak için, Endülüslü dedim. Doğu İslam dünyasına gidiyor, 34 yıl hadis öğreniyor. Ben vaktiyle anlatmıştım Şifa dersinde yine. 34 yıl. Belli bir zaman sonra gidiyor Endülüs'e. Öğrendikleri hadisleri orada rivayet ediyor. Sonra tekrar dönüyor, gitmediği yerlere gidiyor. Ahmet Bin Hanbel ile ilgili şeyini anlatmıştım size. Ahmet Bin Hanbel'e hapis cezası verilmişti, devrin halifesi. Dışarı çıkmayacaksın. Hadis okutmayacaksın diye onu cezalandırmıştı. bu zat geliyor ve Ahmet bin Hanbel'e diyor ki, ben sizden hadis öğrenmek için ta Endülüs'ten geldim. Ahmet Bin Hanbel diyor ki, benim hadis okutmam yasak. Sana okursam beni de seni de cezalandırılırlar. Ama diyor, ben başkaları gibi değilim ki. Taa Dünyanın öbür ucundan geldim. Öyleyse diyor her gün, kapıya gel sadaka istiyormuş gibi, dilenciymiş gibi. Dilenci kıyafetinde gel. Ben sana her gün üç hadisrivayet edeyim, diyor. Daha fazla olmaz. Böyle bir insan bu Baki bin Mahled. Topladığı hadisleri böyle toplamış bir insan. Evet. Baki bin Mahled, bu sözünü ettiğimiz eserinde Hz. Aişe'den şöyle bir hadis rivayet etmiş. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem diyor Hz. Aişe, Efendimizin en iyi bilen insan. Aydınlıkta nasıl görürse karanlıkta da aynen öyle görürdü, diyor. Aydınlıkta nasıl görürse, karanlıkta da aynı netlikte görürdü, diyor. Resulü Kibriya Aleyhi Ekmelüt Tahaya Efendimiz Hazretlerinin, melekleri ve şeytanı gördüğüne dair çeşitli rivayetler var diyor müellifimiz. Hani hatırlarsınız, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem bir gün şeytanı yakaladım diyor, efendim, Ben namaz kılarken bana musallat olmuştu. Ben de tuttum yakasından. Istedim ki, mesciddeki bir direğe bağlayayım, Ertesi gün ashab-ı Kiram da onu görsün. Fakat Süleyman Aleyhisselam'ın duasını hatırladım. Demişti ki diyor, Yarabbi bana öyle bir nimet verki, kimseye nasip olmasın. Nitekim Süleyman Aleyhisselam biliyorsunuz şeytanlarla görüşür ve onları çalıştırırdı. Cinlerle. Şeytan cindir zaten. Efendim, Onlara saraylar, köşkler yaptırırdı ve başka emirler verirdi, yaptırırdı. Bunu hatırladım diyor. Süleyman Aleyhisselam mademki böyle dedi. Ben de şeytanı bağlamayayaım dedim serbest bıraktım diyor. Efendimiz, Sallallahu Aleyhi Vesellemin melekleri ve şeytanı gördüğüne dair çok hadisi şerif var. Biliyorsunuz Habeşistan kralı Necaşi var. Bu cümle de pek doğru değil ama, kurduğum cümle. Çünkü Necaşi kral demektir. Habeşistan Kralının adı, biz Padişaha, efendim, Sultan deriz, değil mi efendim? Bizanslılar Kayzer der. Kayzer. Efendim, İranlılar Kisra der. Habeşliler de karala Necaşi derler. Biz de hep necaşi, necaşi dendiği için adamın adıymış gibi geldi, Değil yani. Eshame vefat ettiğinde, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, onun cenaze namazını kıldırdı. Ashabına buyurdu ki, bugün Habeşistan'da bir kardeşiniz vefat etti. Salih bir kimse olan Eshame vefat etti. Haydi onun cenaze namazını kılınız buyurdu. Kendisi İmam oldu ve onun namazını kıldırdı. Ama tabi cenaze Onun önüne geldi, Efendimizin. Ashabı Kiram görmüyor cenaze namazı kıldıklarını düşünüyorlar onlar. Daha Efendimiz, çabucak şunu, izah edeyim, az bir şey kaldı, Efendimiz, Sallallahu Aleyhi Vesellem biliyorsunuz Miraç'a çıktığı vakit kafirler inanmadılar. Ne dediler? Yalan söylüyorsun dediler. Hadi doğru söylüyorsan, yani Beytülmakdise, Kudüs'e gittiğini, oradaki camide namaz kıldığını söylüyorsun, Anlat bize, nasılmış o cami dediler. Efendimiz de buyuruyor ki, Allah Teala camiye Kudüs'teki camiyi gözümün önüne getirdi, Ben de bakarak anlattım, Kapısı şurada. Kaç tane kapısı var? Kaç tane penceresi var, saydımn onlara söyledim. Şurada şu var deyince mı? Yok, hayır, inanmadılar. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Medine'ye hicret ettiği vakit, ilk olarak ne yapt?ı Bir mescit yaptırdı. Mescid-i Nebevi'nin temellerini attı ve kendisi ashabı ile beraber yaptı. Mescidin kıblesini tayin etmek gerektiğinde, Allah Teala Hazretleri, Onun gözünün önünde Kabe'yi getirdi. diyor. O da Kabe'ye bakarak kıbleyi tespit etti. Kıblemiz, kıble bu taraf. Gerçi o zaman beytülmakdis'ee doğru namaz, Kudüs'e doğru namaz kılınıyordu henüz. Fakat, Efendimiz o zaman Kabe'nin istikametini tayin etti. Çünkü çok istiyordu ki namazları hep Kabe'ye yönelerek kılsın. Onun için Allah Teala Hazretleri bir süre sonra yani Medine'ye hicret ettikten 16 ay sonra, Efendimize, sen Kabe'ye doğru namaz kılmayı çok istiyordun. Hadi bundan sonra Kabe'ye doğru namaz kılın buyurdu. Burada kalalım. İnşallah önümüzdeki derste buradan devam edelim güzel kardeşlerim. Yüce Rabbim, dünyada onun güzel yüzünü göremedik. Ahirette ve Firdevs cennetinde onu görmeyi hepimize nasip eylesin. Bugün gerek memleketinizde, gerek İslam dünyasında, gerekse dünyanın başka yerlerinde sıkıntı içerisinde bulunan, kâfirlerden zulüm gören kardeşlerimize de Cenab-ı Mevla, muin ve müzahir olsun. Ve hepimizi Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin şefaatına nail eylesin. Amin, Velhamdülillahi Rabbil Alemin. El Fatiha.
SORU PEYGAMBERİMİZİN İDRARI TEBERRÜKEN İÇİLİRMİ ? MEHMET b. ; EY YEŞİL SARIKLI ULU HOCALAR..!İzleyince boğazımda kocaman bir yumruk düğümlendi. Peygambere ve Sahabeye iftira eden, din diye, hadis diye hurafe pazarlayan bu sapıkların ve şeytanın şerrinden Allah'a daha nice yakası açılmamış yalanlar ve iftiralar varmış; gece gündüz çalışıp onları da olsun! Bu videosunda Peygamber'in idrarını içen sahabenin cehennem ateşinden azad olduğu yalanını uyduruyor. Bir başka videosunda da idrardan sakınmayanların kabir azabı ile inim inim inleyeceğini sarıklı, sakallı, cübbeli hocalar Bu mu din, bu mu İslam?
peygamberimizin kanını içen sahabe hadisi